“Kapitalizmin ardından komünizm gelir” demiş Marx. Tanrı aşkına komünizm bile son nefesini vermek üzere makineye bağlanmış zoraki ayakta duruyor. Çekik gözlülerle, puro ülkesine kaldı. Eskiden bu konu cazipti, güzeldi çünkü karşısında bir şey vardı. Beyazın siyahıydı. Şimdiyse o tek kalınca anlamını yitirdi. Onun da can vermesi gerekiyor. Siyah olmazsa beyaz da olmaz. Işık olmasa karanlığı nasıl tarif edersin ki?
Paranın, aç gözlülüğün ve yetinmezlik hissinin neticesi bugün ortada. Bakıp da görülmüyor. Dünya açlık ve sefaletten bahsederken yüzyıllardır hepimize yetecek kadar yiyecek var oldu ancak dağılımı eşit değildi. Paranın egemen olduğu büyük toplumlarda hırs ve güç gösterisinin eski Babil kulelerinden bir farkı yok. Değişik lisanlar yerine farklı maddiyat terimleriyle konuşuyoruz. Araba, ev, havuz, marka, alışveriş, seyahat, havyar ya da şampanya. Her birimiz bu farklı lisanların içinde kendimize yer arıyoruz. Bunu sadece birbirimize gösteriş ya da birbirimizle yarışabilmek için yapıyoruz. İnşa edilen gökdelenlere ve milyar dolarların sahiplerine bakıyorum neleri var diye. Çok şeylerinin olduğu sanılıyor ancak yok. Bugün para mevhumunun değişmesi an meselesi. Eski takas dönemine girilmesine ramak kaldı. Sebebiyse paylaşmayı bilmemek.
İflas eşiğine gelmiş bir para ekonomisinde tüm bankaların sıfırlandığını, herkesin para dışında elinde kalanların olduğunu düşünsenize… Altın, elmas ya da gümüş ve petrol neye yarayacak? Yiyecek yemek olmadıktan sonra neye karşılık eti, sütü, meyve ve sebzeyi değiş tokuş yapacak acaba? Bizim dünyayı değiştirmek gibi bir gücümüz yok sadece ona anlam katmak üzere birlikte, hep beraber bir şeyler yapıp düzeni değiştirebiliriz. Ben elimde olanın fazlasını günü birlik paylaşırsam sen de aynısını yaparsan, üç takım elbise yerine bir tane alıp kalanıyla üşüyen sokakta kalmış birini giydirirsen tamir edilmiş bir gelecek, yeni bir dünya var. Bu ortak geleceğimiz olacak ve yaşam farklılaşacak. Aksi halde yaşanmışlıkların hepsi aynen bir daha, on defa, yüz kere yeniden aynen tekrar edecek. Değişen bir şey olmayacak. Aynı kısır döngüde kalacağız. Bunun için herkesin bu değişimin içinde olması gerekiyor. Yüzyıllardır sahne, dekorasyon ve kıyafetler değişiyor ancak roller hep aynı kaldı. Gökler altında yeni bir şey yok, olmadı ve olmayacak!
Oksijen, meyve ağaçları ve su hepimizin, diğerleriyse geçici. Para bile el değiştiriyor. Şu kısacık ömrümde ne servetlerin el değiştirdiğini gördüm. Tüm dünyada paranın yok olması mı şaşırtıcı geliyor size? Hiç de uzak bir fikir değil. Yiyor, içiyor, çıkarıyor ve yaşıyoruz. Bazıları daha fazla yiyor ve içiyor, diğerleriyse daha az. Kimisi parası yok diye yemiyor, kimisi parasıyla aç kalıp rejim yapıyor, kimisiyse parasını doktorlara verip zayıflamak istiyor. Hangisi daha mutlu, kim hayattan daha fazla zevk alıyor? Çok yiyen mi az aç hisseden mi? Cevabı belli. Aç kalan kişi az yediğiyle mutlu ancak çok yiyen bir türlü doymak bilmeyecek. Parası çok olanın daha iyi bir hayat standardı yaşadığını düşünebilirsiniz fakat daha mutlu olabileceğine pek inanmayın. Kaç kilo havyar yiyip kaç şişe şampanya içebilirler hele bir düşünün…
Dünyaya hükmetmek tuzağına düşmüş parası çok insanların inşa ettiği büyük ve yüksek gökdelenler Tanrı oyununu oynama lüksüne hatta yanılgısına düşme hazırlıklarından başka bir şey değil ki! Ne kadar yükselebilirsin? Sonunda ne var ki? Otuz milyar dolarlık adam isterse yüz elli yıl yaşayabilir mi? Kendi parası ve çabasıyla ne kadar ömrü olduğunu bulabilir mi? Bu rakamın karşılığı bir bedel var mı?
Değişik ülke ve insanların sahip olduğu sermaye miktarının toplamı yıllardır aynı mı? Bu rakam sabit ve sadece el mi değiştiriyor? Dünya genel anlamda daha mı çok zenginleşti? Biri kazanırken diğeri kaybetmek zorunda mı? Yoksa bu sermaye seneden seneye azalıp artıyor mu? Düşünüyor cevap arıyorum.
Kredi sistemini, çek senet sistemini de anlamış değilim. Kim ne zaman neye aslen sahip bulamıyorum. Elimdeki yüz liralık bir çekin arkasına yüz tane imza kaşelenirse on bin liralık bir iş hacmi doğuyor. Her biri yüz liralık bir işlem yapan yüz kişiden bahsediyoruz fakat aslında bunun karşılığında elde olan sadece yüz lira değer biçilen bir kâğıt var. Bu yüz lirayı ilk elinde tutan kişinin başına bir şey geldiği takdirde on bin liralık zincirleme bir ekonomik sallantı yaşatacak. Fakat piyasada on bin liralık bir mal veya mülk, bir şeyler kalacak. Karşılığı aslen yüz lira olan… İşin başında bir çek, bir kâğıt parçası ve ona yüklenen anlam, maddi anlam yüklenen belge var.
Gün gelecek bende sırf domates varsa yarısı karşılığında salatalık alacaksam, değiştirmeyi kabul edebileceğim. Aksi halde elimdeki domatesleri ‘para’ karşılığı değiştirecek kadar ‘hıyar’ olmayacağım. Para, çek, senet, kredi hepsi sanal ortamın yarattığı aslen gerçek olmayan maddiyat değerleri.
Zavallı maneviyat! Nasibini hiç almamış bu sistemden. Çünkü para etmiyor, takdir edilmiyor ve ancak iş işten geçtikten sonra fark edilip ardından unutuluyor. Bir nesilden diğerine para ya da miras gibi aktarılmıyor.
***
Doğada bir denge var, bunu şimdi çok net görüyorum. Biri kazanırken diğeri kaybediyor. Cebi son yıllarda para dolan tüccarlara baktığımda bu rakam milyar dolarlarla ölçülüyor. O zaman dünyanın bir başka yerinde de milyarlarca doları kaybeden birileri olmalı.
Savaşlar sonrası doğan çocukların büyük bir çoğunluğunun erkek olduğuna dair bir bulguyu duymuştum. Çünkü ölen askerlerin yerini almak üzere dünyaya geliyorlar. Dünyada ki kadın erkek sayısının nerdeyse 50/50 oranına yakın olduğunu da ayrıca okumuştum. Tüm bunlar denge unsuru değilse nedir diye düşünmeden edemiyorum. Kimdir bunu dengeleyen, kontrol eden? Sistematik gücün kaynağı nerededir?
Mutlaka genetik olarak bazı bilgi veya karakter özellikleri taşıyoruz. Fakat diyelim ki kan görmeye meyilli bir insanız. Boksör veya asker olmak ya da katilden doktora pek çok alternatif bizim hür irademizle ortaya çıkabilir. İçimizde olan bir geni ne şekilde kullanacağımız bize kalmıştır. Havva’nın neden meyveye dokunup ısırdığını ve Âdem’e niçin ikram ettiğini aylarca sorguladım durdum. Her gün iyi ve kötülük ağacının meyvesinden yiyip yememek elimizdedir. Bunu hepimiz yaşıyor ve yapıyoruz. Aklımıza gelen tüm negatif düşünceler, sonucu olumsuz olaylar, olmayacağına kendimizi inandırdığımız güzel hayaller, peşinden koşulmayacak rüyalar hepsi yılanın işleridir. Şeytan ya da yılan sürekli konuşur, aklımızı çeler, Tanrıysa sadece izler. Şeytanın yapmaya çalıştıklarını ve bizlerin verdiği kararları gözlemler. Ardından bizleri yargılayacaktır.
Biliyorum ki bilge insan en çok bilgiye sahip olan bilirkişi değil, her gün herkesten öğrenecek bir şeyler bulabilen kişidir. Ben de sürekli öğreniyorum. Yeni ve eski şeylerle devamlı gelişme halindeyim. Zenginim, çünkü zenginlik hiçbir zaman paranın miktarıyla ölçülmedi. Benim gözümde en zengin insan ihtiyacım olan her şeye sahibim diyebilen kişi oldu. Elinde olanı gören ve bununla mutlu olan kişiler. Konu güce gelince, güçlü kişi, içindeki şeytana kulak vermeyip, seni yapmaya zorladığı, tahrik ettiği konular hakkında dimdik ve sağlam bir şekilde ayakta durup, zaaflarına teslim olmayan, hür iradesiyle baş eden kişidir.
Bu konulardan bahsederken nereye varacağımızı inanın ben de bilmiyorum. Sabredin, yakında çıkacak olan romanım “İnkâr” ile vasiyetimin sonuna geliyorum…
03 Ağustos 2011