Rodin İstanbul’da…

Auguste Rodin 1840 yılında Paris’te doğar ve daha küçük yaştan desene olan kabiliyetini gösterir. Yaşı on yediye yaklaşırken üç yıl arka arkaya denemesine rağmen Güzel Sanatlar Okuluna giremez. Kısa bir süre sonra kız kardeşi Marie öldüğünde takvim 1861’i gösterecek, kendisini bir manastıra kapatan Rodin’in heykele ilgisi devam edecekti. 

Rodin kendi kafasını dinleyen hatta yaptığı heykel gibi düşünen bir adamdır. Alışılagelmiş Tanrı mükemmeliyetinde Grek ve Roma heykelleri yapmak yerine, insan bedeninin çirkinliklerini de yontma cesaretini kendinde bulacaktır. Heykellerini yaparken hiç ideal ölçülerde modeller kullanmaz. Ona göre yaşamın içinden gelen insan sanatla bağlantılı olabilirdi. Heykellerinde yansıtmak istediği ise bir yüz ifadesi veya duyguydu.

Bunun ilk örneği 1865 yılında Salon des Artistes Français sergisine yolladığı “Kırık burunlu adam” eserinde görülür. Topraktan yapmış olduğu bu heykel zamanla ve hava şartlarından dolayı parçalanmış ve sadece bir maske olarak jürinin önüne gelmişti. Sergilenmeye değer bulunmayan bu eser Rodin’i yıpratmak yerine ona şevk verecektir. Zaten kendisi eleştirilmeye, reddedilmeye hatta küçük görülüp alay edilmeye alışkındı.

1875’de ilk kabul gören işi “Tunç Çağı” adlı heykelin (özelliği ise yaklaşık 1.80 cm insan boyunda birebir ebatta olmasıydı) hayranlık uyandırması beklenirken eleştirmenlerden modelin üzerinden kalıp alınarak yapıldığı iddiası sanatçıyı yine üzer. Bunu kendisine yöneltilen hakaretlerden sayar fakat üretmeye devam eder.

Maalesef 1884 yılında Calais belediyesi tarafından sipariş edilen “Calais Burjuvaları” heykelini de aynı akıbet bekler. Her figürün birer kahraman gibi yontulacağını umut eden yetkililer öne eğik duruşları,  dertli surat ifadelerini gördüklerinde rahatsız olurlar.

1891’de Balzac’ın heykel siparişini alacak olan Rodin’i gene aynı son beklemektedir. Meşhur yazarı çıplak bir şekilde göbekli, gözleri abartılı bir şekilde klasik heykel sanatından uzak bir şekilde yontmuş olan usta eserini sergilediğinde gene bir skandala yol açar. heykeltıraşa yaptıklarını açıklama fırsatı bile verilmez.

Eskici ve antikacıları dolaşıp Grek ve Roma heykellerinin kırık parçalarını koleksiyoncu gibi toplayan Rodin öğrencisi Camille Claudel ile tanıştığında hayatı sonsuza kadar değişecektir. Sonraları asistan olarak yanına alacağı bu kadınla unutulmaz bir aşk yaşar. 1864 doğumlu Claudel zaten burjuva sınıfını tehdit eden yapısı ile yasak olmasına rağmen heykel yapmaktadır. O yıllarda kadının sanat icra etmesi,  yaratıcılığını kullanması veya heykel yontması söz konusu değildir. Claudel ise bir asidir ve aklına geleni yapmaktadır. Bunun en iyi örneği Sakuntala adlı heykelinde bir erkeğin kadın önünde diz çökmüş şekilde kadına sonsuza kadar taparcasına yonttuğunda görülür.

Uzun süre beraber çalışır, heykeller yaparlar.  Rodin’e heykellerini nasıl yaptığını sorduklarında ise, “Taşın fazlasını atıyorum geriye heykel kalıyor” diye basitçe cevaplar. Sevgilisi olduktan sonra Camille, Rodin’in yaptığı tüm heykellere ilham belki de fikir kaynağı olacaktı.

Bu büyük aşkın yanında Rodin’e inanan bir başka kadında vardı: Rose Beuret. İnişli çıkışlı ilişkilerinin sonunda evlenmeye razı olduğunda Rose yetmişli yaşlarının sonuna gelecek ve bir ay sonra arkasında Rodin’e hiçbir zaman kabul ettiremeyeceği bir evlat bırakarak hayatına veda edecekti.

Bu arada Camille Claudel’in kardeşi Paul Claudel önemli bir yazar ve diplomattır. Camille, yaptıkları ile oğlunun kariyerine leke sürülmesin diye annesi tarafından akıl hastanesine kapatılacak ve 30 yıl orada kalacaktır. Parçalayamadığı, kırıp atmadığı, geriye bıraktığı eserleri bugün Rodin müzesinde olan Claudel’in filmini gördüğümde aralarındaki aşkı daha da derinden hissetmiştim. Filmde Isabelle Adjani ve Gerard Depardieu oynuyorlardı. Aklını kaybeden Claudel, Rodin’in kendi yaptığı heykelleri çalıp üzerine imza attığını da hastane de kaldığı sürede söyleyecektir. Doğruluğu ise hiçbir zaman bilinemeyecekti.

Rodin’in yaptığı en önemli eser belki de “Cehennemin Kapısı”dır. Bol figürlerin yer aldığı bu kapıyı yaparken Dante’nin “İlahi Komedi”sinden esinlenmiş, sonradan tüm figürleri çıkartarak sade mimariye döndürmüştür. Tüm geçirdiği değişikliklerle yap boz tahtasına çevireceği bu kompozisyondan çıkarttığı küçük heykelleri parçalayıp sonradan birleştirerek yeni bir sanat dalı da doğuracaktır.

Bugün büyük usta olarak görülen Rodin’in alçı, mermer ve bronzdan yaptığı heykeller, fotoğraf ve desenler ile birlikte toplam 203 eser Sakıp Sabancı Müzesinde. Girişte yer alan meşhur Victor Hugo anıtını gördüğümde Boğaz’ın sadece rüzgarından nasibini alan figürlerin başını çevirip denize bakmak isteyebileceklerini düşünüverdim.

Sergide Rodin ile Claudel arasındaki mektuplara da yer verilmiş. Dünyanın usta olarak nitelendirdiği bu kişi ayağımıza kadar gelmiş 3 Eylül’e kadar ziyaret edecek zaman ayırmalıyız.

Eddi Anter
18.07.2006
2017-09-21T23:08:56+00:00 Yazar: |