Sanatta iyi ve kötü niyet

Uzun zaman önce orijinal bir şey taklit edilinceye kadar takdir edilmez diye bir laf duymuştum, ne kadar da doğru değil mi? Ama taklit kelimesi bayağı geniş kapsamlı, hele konu sanat olunca ve taklitçilik sahtecilik sınırına girince işler değişebiliyor. Genel anlamda orijinal bir esere benzetme, onu anımsatma, onu uyarlama, onun uzantısı olma , benzeyen tarz, kopyalama kelimelerinin hepsi sahtecilik sınıfının dışında kalıyor. 

Örneğin meşhur İspanyol ressamı  Miro’nun işlerinin çok benzerlerini anımsatacak bir Türk ressamımız var. Kendisi hiç bir Miro işini taklit etmiyor sadece onun tarzının benzerini veya aynısı sayılabilecek bir el yazısı ile  resim yapıyor. Miro hayatta olmadığına göre onun bir uzantısı sayılabiliyor. Seçilen konular farklı, renkler farklı, ama tarz aynı.

İstanbul Modern’de sergisi devam etmekte olan Mualla ile ilgili bildiğim değil de duyduğum kadarı ile en çok taklit edilen ressamların başında. Hatta son aylarda gazete ve internet sayfalarında retrospektif sergisinde teşhirde bazı sahtelerin bile bulunduğundan söz ediliyordu. Bu sahtekarlar Mualla’nın tarzını, renklerini ve konularını iyice öğrenip Mualla imzası altında sahte işler yapıp satmaya çalışmıştır. Yapılan işler daha önceden yapılan bir resmin aynısı olmayabilir, o anda biraz yaratıcılık devreye girebiliyor tabii. Bu sahtekarlık.

Geçmiş yıllarda milyonlarca dolara satılan bazı Empresyonist ressamların işlerinin sipariş üzerine sahtesinin ( veya tıpatıp aynısının) yapıldığını ve orijinalin sigorta açısından banka kasalarında saklandığını, halka teşhir için bu işin “ Duplicate” dedikleri eserin konulduğunu okumuştum. Burada suçlu var mıdır? Ya da herhangi bir suç unsuru?

İkinci Dünya savaşı sırasında imha olan, kaybolan yüzlerce eserin fotograflarından çalışarak üretilen “ duplicate” sahteleri ile aynı kefeye tabii ki konulamaz.

Tüm bunlar içerisinde en önemli konu ise okul, atölye, Akademi veya Üniversite’ye giden öğrenci veya ressam adayı kişilerin önemli ressamların önemli işlerini pratiklik açısından ödev olarak bile çalışmasıdır. Bugün herhangi bir müzeye gittiğinizde  öğrencilerin meşhur heykellerin önünde eskiz çalıştığını görebildiğiniz gibi Da Vincinin kitaplarından da eskizleri denediklerine şahit olabilirsiniz. Heykeltraş olmak isteyen bir öğrenci belki Rodin’in heykellerini kopyalayacaktır, aynı şekilde ressam adayı meşhur bir ressamın işini de.

Marc Chagall’in bir resmini kopyalayan öğrenci imza atarken üste Chagall ismini altına kendi ismini atmalıdır. Yazılı olmayan fakat bilinen kuralı bu, ama yapması ayıp değil, yasak değil, suç değil önemlisi  olanda bu.

Son haftalarda Genç Sanat dergisinde Doğan Paksoy, Milliyet Gazetesinde Mehmet Yılmaz  ve en son olarak sür manşetten Hürriyet “Sosyete ressamı” adı ile İsmail Acar adlı bir ressamın Andrew Wyeth adlı bir Amerikalı ressamın eserini taklit ettiği ve bu eserin müzayede de 6000 YTL’ye satıldığı yazıyordu.

Wyeth 1917’de doğmuş Amerikalı bir ressam ve daha yirmi yaşında iken New York’da açtığı ilk serginin tümü satılmış. Sadece fikir vermek açısından 1964 yılında “Her room” adlı bir tablosuna atmış beş bin dolar ödenmiş ve o zamana kadar herhangi yaşayan bir ressama verilen en yüksek ücret olarak tarihe geçmiş. Alan kuruluşda Farnsworth Art Museum yani bir şahıs değil müze.

Bugün tabloları neredeyse milyon doları bulan Wyeth’in eserinin benzerini müzayededen alan  kişi kelepir bir tablo mu aldığını zannetti acaba ? Müzayede satış fiyatı Acar’ın diğer işlerini satmış olduğu fiat grubu içinde. Öyleyse sürpriz veya şaşırılacak olay nerede? Alınan Acar’ın öğrencilik yıllarında yaptığı bir ödev, ev ödevi aslında.

Hürriyet gazetesinde eleştirmen Abdülkadir Günyaz “ Zaten onun resimlerini yanında çalıştırdığı Azeri ressamlara yaptırıyor ve üzerine imza atıyor. Hiç bir gerçek koleksiyoncu Acar’ın resimlerini resim diye satın almaz” diyor. Ne diye alır o zaman? Azerilere resim yaptırdığı konusu başka bir konu  ve Wyeth tablosu  ile ilgisi yok. Bütün bunlar bilinmesine rağmen, aşağılamak maksadı ile “ sosyete ressamı” diye adlandırılan bu ressamın işleri neden satıyor öyleyse? Belki koleksiyoner olmak için değil de görsel, zevk için alınıyor olamaz mı?

Acar 18 haziran tarihli Hürriyet yazısında öğrencilik yıllarımda çalışmıştım derken belki doğruyu söylüyor. Yapılan hata sadece kendi imzasının üzerine Wyeth adını yazmamış olması. Bence gitsin bugün  eklesin, alıcıya da  ya parasını geri ödesin veya başka bir eserini versin. Kötü niyet olmadıktan sonra…

Müzayede şirketinin sahibinin yaptığı açıklama ise vahim, hem sanat açısından, hem de ülkemizin bulunduğu konum açısından vahim. “ Resimleri sanat eleştirmenleri takip eder” diyor. Tabii her ressam ile ilgili sanat eleştirmeninden önemli eksperler var ama bu kişiler para karşılığı ekspertizliklerini kullanıyorlar. Onlarca müzayede kitabına bakıp eserleri inceleyip amme hizmeti olarak bunu yapmalarını bekliyemeyiz. Nede olsa yapılan bir iş bir emek var ortada. Belki müzayede şirketleri aldıkları komisyon karşılığı bu servisi müşterilerine verebilirler. Neden olmasın? Belki eserin ekine bir yazılı, imzalı sertifika, istenirse yapılır tabi..

Ama ne olur bu tartışma, burada bitsin. Reklamın iyisi kötüsü olmaz derler ya bu konu uzadıkça sadece İsmail Acar’a yarayacak. Hele hele şimdi Venedik bienaline katılmış ve büyük kanal üzerindeki binada sergilediği “Sultanlar” sergisi için bedava reklam tam biçilmiş kaftan. Benim bile gidesim geliyor.

Eddi Anter
21.06.2005
2017-09-21T23:09:13+00:00 Yazar: |