Bu dünyaya hepimiz yalnız gelir, sonra da yalnız terk ederiz onu. Bir kapıdan girer bir başkasından da çıkarız. O kapıların ardında ne yattığı bir muammadır ancak iki kapının arasında ne yaşayacağım, sanırım bana kalmıştır. Işığı açıp hayatıma renk katmak ya da ışığı kapatıp karanlığa gömülmek hepsi benim tercihlerim. Ve hayatımı yalnız ya da birileriyle yaşamak da benim kararlarımdandır.
İnsanoğlu yazık ki sürüler halinde yaşamaya alışık. Ve ‘her kuş kendi sürüsüyle uçar’ denildiğinde, kastedilen, insanoğlunun her zaman kendinden bir şeyler bulduğu kişilerle birlikte olmasıdır. Dikkat edin yanınızda bulunan, ilgi duyduğunuz hatta sevdiğiniz kişilerde mutlaka kendinizden, kendi karakter özelliklerinizden, huyunuz suyunuzdan bir şeyler görüyorsunuzdur. Sevmediğiniz, ilginizi çekmeyen ya da ‘gıcık’ olduğunuz kişilerde gördüğünüz meziyetler ya sizde yoktur veya sizi siz yapan apaçık özelliklerden değildir. Ancak yine de kendinizden bir özelliktir. Bu kişilerde sonradan farklı bir özellik bulduğunuzda diğer bir deyişle kendinizi o kişinin içinde fark ettiğinizde bir arkadaşlık kapısı açılabiliyor. O zamanda “O değişti” diyerek yaptığımız bu harekete, yakınlaşmaya yeni bir anlam yükleriz.
Evimiz, işimiz ve günlük hayatımızın içinde bizlere yakın bazı tanıdığımız simalar vardır. Hem kim olduklarını biliriz hem de tam olarak tanımayız, bazen adlarını dahi anımsamayız. Bakkal, manav, taksi şoförü gibi. Basit bir selam hatta hatır sormak kadar ileri gittiği zamanlar bile olur. Kimisini de gazete, dergi veya mecmuadan tanırız fakat o kişiler bizi tanımaz.
Tanıdık kişilerle ortak yönleri keşfettikçe birliktelikler sıklaşır ve arkadaş oluruz. Bunların da farklı sınıfları vardır. Çocukluk arkadaşı, okul arkadaşı, iş, askerlik vs arkadaşları… Bazen de hobiler, ilgi alanları dâhilinde olan arkadaşlıklar vardır. Tenis arkadaşım, briç partnerim gibi. Kimisi uzun sürelidir kimisi de belli bir süre sonra tüketilir. Evet, arkadaşlıklar da diğer tüm şeyler gibi tüketilebiliyor. Alacak verecekler bittiğinde arkadaşlıklar da maziye gömülüyor.
Gruplar içinde olup arkadaşlıklarını sürdürenler bazen kalabalık içinde olmalarına rağmen yalnız hissettiklerinde buna anlam veremezler. Kimisi de hakikatten yalnız olmayı tercih edip yalnızlığının farkında olur. İşin aslı hiçbir zaman yalnız değilizdir. Zaman ve Allah bize hep eşlik etmektedir. Biz farkına varmayız. Yalnız kalınan anların hepsi kendimize kendi aynamızı tutmaktan öte değildir. Gördüğümüz kendimizse neden yalnızlık bir şikâyet kaynağıdır acaba? Hele bir düşünün! Belki gördüğümüzden memnun değilizdir. Ne dersiniz?
Arkadaşlıkları uzun süre devam ettirebildiğimizde bu kişilere dost diyoruz. İyi gün dostu, kötü gün dostu veya her gün dostu diye de sınıflandırıyoruz… Dost dediğimiz kişi kimdir? Onları dost yapan paylaştıklarımız mıdır? Yoksa sürecin kendisi midir? Çok kısa zaman içinde tanıdığınız birisi dostunuz olabilir mi? Ya da uzun süredir tanıdığınız bir arkadaş, arkadaştan öte gitmeden kalabilir mi?
Benim gözlemlediğim yaş ilerledikçe yeni arkadaş ve dost seçmek işlemi de zorlaşıyor. Kıstaslar var, çıta daha yüksek ancak bazen eskiden kalan arkadaş ve dostluklar aynı bıraktığın yerde kalabiliyor. 20 hatta 30 sene görmediğin bir dostun birden karşına üç tane koskoca çocukla çıktığında, sen de onu kendi üç çocuğunla karşıladığında hiç ayrılmamış gibi bıraktığın yerden devam edebiliyorsan dostluk budur. Yargısız, infazsız dostluk… Hele birbirini daha önceden hiç görmemiş altı çocuk arasında hemen bir samimiyet, bir arkadaşlık başlıyorsa bu da köklü ve kalıcı dostluğun en açık örneği oluyor.
Geçtiğimiz hafta Şükran Günü’nü Amerika’da ilk defa kutlamak üzere 30 senedir görmediğim çocukluk arkadaşlarım bizi ziyarete geldiler. Eskilerden, İstanbul’dan, Büyükada’dan, ailelerden, arkadaş ve dostlardan bahsedip sohbet ettik. Onlar 30 senedir Amerika’da yaşıyor, bizlerse henüz senemizi yeni doldurduk. Baktım ki çok şey değişmiş; sahne de kıyafetler de… Değişmeyen rollerimizmiş, birbirimize olan hislerimiz, dostluğumuzmuş… Bir kez daha anladım ki, nereden geldiğini unutmazsan kim olduğunu da hep bilirsin!
Amerika’da Şükran Günü’nü rakı, ‘Turkey’, Türk müziği ve Türkiye sohbetleri eşliğinde kutladık. Bu bir ilkti. Demek ki bizim de kutlama şeklimiz böyle olacakmış bundan sonra. Yeni başlangıçlar şerefine! Ne için şükran sundum diye soracak olursanız, elimde olan dostluklarıma… Sıra karanlıkta kalmayalım diye mumları yakmaya geldi. Aydınlık günlere!