Bizler 88 senelik Türkiye Cumhuriyet tarihimizde 61 tane farklı hükümet gördük. İstatistiksel ortalama alırsak her bir hükümetin 1,44 sene, yani 526 gün hizmet vermiş olduğunu göreceğiz. (Süresi daha uzun olan son üç hükümeti saymayıp bakınca bu 503 güne düşüyor.) Pek çoğumuz bilir ki bu süre iyi bir iş kurmak, sağlam bir yuva temeli atmak için bile yeterli değildir. Ne yapalım? Buralara kadar has bel kader ite kaka geldik. Üstelik başımızda bize ne yapacağımızı söyleyen, bizleri idare eden, kanunlar çıkartıp biz kuzuları süren bir değil birden fazla çoban oldu. Koalisyon dediğimiz birleşik çobanlardan oluşan sürülerdi bunlar. Düşünceleri veya temsil ettikleri partileri, uğruna adadıkları hayatları tam olarak onaylamadığımızdan birkaç tanesini bir araya getirmekle geçti yıllarımız. 61 hükümette en az iki farklı parti ile birleşme olduğunu var sayarsak, bir asra yakın sürede 122 tane lidere güvendik. Bu yüzden politika basit ve ucuz sayılıyor. İşte bundan dolayıdır ki halkın en kolay bulduğu, fikir yürüttüğü konu politika. Herkesin bir fikri var. Herkes sesini duyurmak çabası içinde. Bir evi, evlilik veya işi bile idare etmekten aciz insanlar politika yapıyor ve başta olan yöneticileri eleştiriyor. Bir işi yapmaktansa o işi yapanları eleştirmek daha kolay geliyor da ondan. Madem bu kadar basit, neden bir partiye yazılıp, vaktini ve hayatını buna harcayıp seçime gitmiyorsun? Başka işlerin, önceliklerin var peşinde koştuğun. Anlamıştım zaten… Bir tek kıymetli oy vermek dışında yaptığın çabaların hepsi beyhude! Egonu konuşturmaktan öte bir şey olmuyor ve olmayacak!
Bu yalnız Türkiye’de mi geçerli? Tabii ki hayır. Avrupa, Asya ve Amerika’da da herkes yeni hükümet, yeni parti, yeni zihniyet ve sürekli bir yenilik arayışı içinde. Önce sol, sonra sağ, ardından sol ve yine sağ gelip gidiyor. Ve bunca değişime rağmen değişen ya da değişmeyen ne? Arayıp da bulmak istediğimiz, bulunca ise ya mutsuz ya da doyumsuz olduğumuz nedir?
Son romanım İnkâr’da dünyaya hükmettiğini sanıp ‘memento mori’(1) prensibini unutan liderlerin ölüm sonrası birbirleriyle yaptıkları konuşmaları yazdım. Kimi toprak, kimi servet, kimisi ego ve hırs peşinde koşarken geride ne bıraktıklarını sorguluyordu.
“Eninde sonunda her birinin peşinde koştuğu toprak parçası aynı dünyanın bir parçası değil miydi? Neydi bu hırs, ihtiras? Neyin uğrunaydı yapılan tüm savaşlar, kazanıldığı sanılan zaferler? İnsanoğlunun eline ne geçti şimdiye kadar? Alt tarafı bir dünya değil mi? Onu paylaşmayı bilmeyen bir avuç yöneticinin, lider sanılan kişilerin kendi egoları uğruna peşinden sürüklediği binlerce, milyonlarca umut dolu insanın umutsuz sonuca katlanmasıydı ellerinde var olan. Hâlbuki tek dünya, sınırsız bir tane devlet ve herkese eşit dünyevi haklar verilse kim hangi şeyin eksikliğini hisseder?”
Bu soruya cevabı bulmam epey bir süre aldı. Yazması da bayağı sürdü ancak okumayı bitirince değdiğini anlayacaksınız. Bu dünyanın gidişatından memnun olmayan pek çok kişiyle tanıştım. Yazık ki her biri dünyayı değiştirmenin kendi dünyalarını değiştirmekle başlayacağının bilincinde değil henüz.
“İnsanoğlu insan olduğunu ne zaman hatırlayacak ve ne zaman birleşecek?” Bu soruyu internet ortamında dile getirdim ve en çok verilen cevap bir dış tehlike ile karşılaştığımızda oldu. Yani bir uzaylılar filosu veya farklı bir gezegenden gelecek yabancı mahlûklar karşısında tek bir güç olarak dünya insanı birleşecek. Benim naçizane bir önerim var. Bu gidişle biz Allah’ın tokadını yiyeceğiz. O yüzden uyanın ve etrafınıza bakın. Gülleri görmüyorsanız, sadece dikenler varsa yanlış yerde değilsiniz sadece gözünüzün önünde perde var. Bahçenizde her ne yeşerdiyse onları eken sizsiniz. Ben, sen, o hepimiz buraya belli bir sebep için geldik ve bu misyonu tamamlamak vazifemiz. Dünyayı tamir etmeliyiz. Ve bu işe hemen birlikte soyunmalıyız.
Şimdiye kadar olan, biten veya devam eden hiçbir ideolojik sistem henüz bunu beceremedi, denendi başarılmadı. Bunu ben mi çözeceğim? Ben kimim ki dünyayı kurtaracağım? En azından kendi dünyamı düzeltiyorum; dünyayı kurtarmam içinse her birinize ihtiyacım var. Hepimiz birbirimizden farklı olan yönlerimiz hakkında kavga ve savaş etmek yerine ortak paydalarda buluşabilsek ve dünyayı tamir edip yaşanır hale getirebilsek fena mı olur? Paylaşmak, vermek, yardımlaşmak bu kadar mı zor? Kim neden feragat etmek konusunda bu kadar pinti? Olan biten her şey herkese yetecek kadar. Yüzyıllardır 120 küsur milyar insana yetmiş ve halen bir o kadarına da yetecek kadar doğal kaynaklarımız var. Eksiklik ne? Niçin açlık var? Bugün tahmini 7 milyar kişi olan dünyamıza istesek 17 milyar kişi bile sığar. Sığmayan nedir? Paylaşılamayan toprak hangisidir? Biz birlikte miyiz birbirimizden ayrı mıyız? Neredeyiz?
İnsanoğlu artık insan değil, insan olmayı unutmuş. Bir koşturma içinde bir yerlere bir şeyleri yetiştirmek derdinde. Tabakhaneler kapandı bayanlar baylar, unutmayın! Uyanma vakti geldi çattı. Uyuyan kim? Ne diyor bunu yazan adam? Diyebilirsiniz içinizden ya da arkamdan…
Yazık ki bizler okumayı bile hatırlamıyoruz. Kendimizi arayıp, bulmayı, tanımayı ve nihayetinde de okumayı unuttuk. Bilge kişilerin söylediği bir laf var: “Kendini tanı.” Hele bir düşünün neden diye; ben de size dünyayı kurtarma planımı açıklayayım. Sabredin ikinci bölüm için, gelecek yazımda… Tüm dünya ve insanlık için sağlık, huzur, mutluluk ve refah dolu, bol yağışlı, toprağı bereketli bir yıl olsun.
(1) Latince öleceğini hatırla
04 Ocak 2012