Kaçımız genç iken evlilik hayallerini kurmuşuzdur? Kaçımız evli olanlardan “bekarlık sultanlıktır” lafını işitmiştir? Neslimiz doğanın bir süreci olduğunu zannederek belli bir yaşa geldikten sonra artık evlenilmesi gerektiğine inananlardandır. Kimileri doğru seçimleri yapar kimileri için seçimler yapılır. Zaman gelir hepimiz evleniriz.
Bu modası geçmiş ve zamana adapte olamamış kavramdan dolayı birbirini pek tanımayan iki yabancı aynı evin içinde yaşamaya ve yeni hayatlarını, günlerini, öğrendiklerini paylaşmaya başlar. Kimisi becerir kimileri ise korkup kaçar. Boşanmalar olunca yakınlar, dost ve arkadaşlar tenkit eder, fikir söyler, önlerinden arkalarından konuşmaya başlar. Bahsettikleri kimin evliliğidir hiç bilinmez? Belki de kendi evlilikleridir konuştukları ama söylemeye cesaret etmezler. Yeni evliler boşandıklarında çocuk yapılmamışsa “iyi ki çoluk çocuk yoktu” muhabbeti de olabiliyor. İyi ki yok yeni bir hayata tekrar başlayabilirler diye düşünülebiliyor. Yeniden başlayacakları hayatın daha iyi olacağının daha mutlu olacaklarının ne garantisi var acaba? Ya çocuklar varsa ve evlilik yürümüyorsa? Ya üzerinden on, on beş belki de yirmi yıl geçmişse ve kadın veya erkek mutlu değilse ne yapmalı? Çocuklar uğruna bu evlilik ne kadar daha devam ettirilmelidir? Bu sorunun cevabı kimdedir? Sonuca kim kefil olabilir? Kim arkasında durabilir? Evlenmeden evvel kapıyı çarpıp çıktığında geri gelmek için bir sebep olması gerekir yoksa hayat başka yönde aynen devam edecektir. Evlendikten sonra çarpıp çıktığın kapıya dikkat etmelisin ki kırılmasın. Geriye dönüşün neredeyse zaman hatta an meselesidir. Dönmen için bir belki de birden fazla sebep zaten vardır. Paylaşılan, yaşanan her şey gibi. Hele çocuklar varsa kapıyı usulca kapatıp çıkmak bile söz konusu olmayabilir. Çocuklar her şeyi herkesten önce sezerler. Onlar her şeyi bilir. Çocuklardan öğrenecek pek çok şey vardır. Hep de olacaktır. İçinde bulunduğun evlilikten çoluğun çocuğun olduğu bu kurumdan memnun değilsen hatta mutlu değilsen ne yapabilirsin? Ya çok mutsuzsan ve hep üzgünsen? Dışarıda yaptığın arayışlarla aldatmaların son bulmuyorsa ne yapabilirsin? Eşini, aileni yüz üstü bırakıp yeni bir hayat aramaya, yeniden mutlu olmaya hakkın var mıdır? Bu hisleri kaçımız yaşayıp inkar ederiz? Kaçımız görmezden geliriz? Geçer elbet diye bekleriz. Henif Kureishi ise beklemiyor. “Yakınlık” adı altında Everest yayınlarından çıkan bu son romanında böyle bir durumdan söz ediyor. İki çocuğu olan roman kahramanı eşini mi aldatıyor kendisini mi emin değilim. Karar vakti geldiğinde ise evliliğinin bilançosunu yapıyor. Verdiği kararı uygulamaya çalışırken de iki çocuğunu göz ardı edemiyor. Karısını, tanıştıkları zamanı, paylaştıklarını tüm detayları ile anımsıyor. Her ikisinin ne kadar ilerlemiş olduğunu fark ediyor ama aynı yönde mi olduğunu okuyunca göreceksiniz. Bulunduğumuz yeri cennete çevirmek tek kişinin elinde midir acaba? Yoksa bir elin nesi var iki elin sesi var lafı mı doğrudur? Kısacık bir roman pek çok evli insanın yaşadıklarına o kadar sade bir üslupla yaklaşıyor ki elden bırakmadan okunuveriyor. Dünyanın başka ülkelerinde evlilerin yaşadığı duyguların bazılarını hissettiğimi görünce insan olduğumu daha iyi anladım. Kureishi’nin kahramanının tercihi ile aynı fikirde olmayabilirim. Her evliliğin panzehiri ayrı. Her yuvanın oyuncuları farklı senaryoları yaşar. En önemlisi hayatın tercihlerden ibaret olduğunu hatırlamak. Ve doya doya yaşayabilmek. |
Eddi Anter 24.09.2006 |