Her öğrencinin mutlak bir şekilde okul çağında sevdiği sevmediği hatta âşık olduğu öğretmenleri olmuştur. Bu hisleri yaşarken bunların ya farkındayızdır ya da değilizdir. Bazen bunları dile getirir bazense ya kulağına giderse diye düşünüp sineye çekeriz. Bu eğitmenin, öğrencinin okul hayatını, duygularını yaşadığı süreç içerisinde çok etkilediği tartışılmazdır. Ancak ilerleyen yıllarda öğretmeniyle ilgili neler hatırladığı ve çocuğun üzerinde bıraktığı etkiler eskisi kadar kuvvetli olmayabiliyor. Araya zaman girdiğinde eskiden önemli diye adlandırdığımız pek çok şeye gülüp geçebiliyoruz. Beklenmedik bir anda sözlüye kaldırıp sınıfın ortasında bizleri rezil eden bir öğretmenden, övgüyle bahsedip egomuzu okşayan hocaya kadar farklı hatıralarımız olmuştur muhakkak. Peki, ya kâbus gibi gördüğümüz ve girdiğimiz her dersi işkence haline getiren öğretmenler hiç mi olmamıştır? Matematiği kötü olan birine bu matematikçiyken, ezberi zayıf birine Tarihçi olabilirken, şişman ve yağ tulumu diye bilinen toplu, kemikleri iri bir çocuğa hangi ders olurdu diye bir düşünün…
Farley lüzumundan fazla kilosu olan, çekingen ve korkak bir öğrencidir. Kabul etmeliyim, Seann William Scott rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. Film başlar başlamaz karakterle özleşip hemen onun tarafına geçiverdim. Beden eğitimi öğretmeniyse kuralcı, sert, tavırlı ve taviz vermeyen Mr. Woodcock (Yabancı ülkelerde olağan bir soyadı olmakla beraber ayrıca İngilizce tahta penis anlamına da geliyor) Spor saati aynı bir kâbusu her hafta yaşamak gibi. Basket topunu pas atarken kasıklarına bilerek fırlatan, beysbol sopasıyla bacak arasına vurup koruma takıp takmadıklarını kontrol eden, sorduklarına cevap vermeye kalkışanlara onlarca barfiks ya da mekik çektiren ve bütün bunları yaparken zevk aldığı bariz belli olan Mr. Woodcock rolünü Billy Bob Thornton oynuyor. Esprilerin çoğunluğu argo olduğundan sinema salonunda alt yazı okuyanlar çok gülmüyor ancak kanımca baştan sona hiç durmadan gülerek izlenebilecek bir film. Yönetmen diğer derslere veya öğretmenlere hiç yer vermediğinden okul ve geneli hakkında bir fikir edinemiyoruz. Acaba tüm öğretmenler bu kadar otoriter mi? Deli mi? Diye karar veremiyorum. Tüm olumsuz şartları değerlendirmeyi bilen genç öğrenci yaşadıklarından bir ders alıp hepsini geçmişte bırakmak konusunda bir kitap yazınca hayatı yön değiştiriyor. Annesinden uzakta yaşayan bu genç yazar, kendi kasabası tarafından yörenin en önemli ödülünü almak üzere çağrıldığında Tyra Banks veya Ophrah Winfrey showlarını dahi reddedip kendi doğup büyüdüğü şehre dönmeye karar veriyor. Film de burada güzelleşmeye başlıyor. Farley’in hatıraları ve iç dünyasında hissettikleri yeniden canlandıkça öğretmeniyle yüzleşmeye çalışıyor. Ortada ufak bir sorunu var. Kâbuslarının kahramanı “Beden Öğretmeni” annesinin sevgilisidir. Onları ayırmak için elinden gelen çabayı esirgemeyen Farley duydukları karşısında şok üzerine şoklar yaşarken cici babasının yatakta çok iyi olduğu konuşmaları da eklenince zıvanadan çıkıyor. ( Billy Bob Thornton, gerçek hayatta Angelina Jolly’nin eski kocasıdır. Adını koluna dövme yapmasının bir sebebi olmalı!) Üstelik buna istemeden şahit de oluyor. Yalnızlığını dile getirmeye çalışan annesi etkili oluyor mu? Yazmış olduğu kitapta ki gibi yaşananları geride bırakmayı beceremeyince yeni tecrübeleriyle bir kitap daha yazıyor. Eski beden öğretmenine yaranmanın bir yolu var mı? Annesiyle cici babasının arasını bozacak mı bulacak mı? Gidince göreceksiniz. Film ister istemez seyirciyi eski günlere, kendi beden hocası hatıralarına götürüyor. Benim de lakabının nereden geldiğini bugüne kadar bulamadığım benzer bir öğretmenim vardı. Şişman öğrencilerin kaderi olsa gerek tıpa tıp aynı olayları yaşadığımızdan gülmekten filmin birçok yerini kaçırıverdim. Kaçırdığım bununla kalsaydı keşke.
|
Eddi Anter 06.01.2008 |