Kitaplar vardır piyasaya çıkar çıkmaz okurum. Kitaplar vardır raflarda ele alınmayı beklerler. Frédéric Beigbeder’in “Aşkın ömrü üç yıldır” romanı da nerdeyse sekiz senedir sıradaydı. Elimde ki Doğan kitaptan çıkan Renan Akman’ın çevirisi olan 9.baskısını bir çırpıda okuyuverdim. Çok akıcı ve sade bir dille yazmış olduğu üçüncü romanında, Beigbeder evlilik, boşanma ve bu dönemleri sorgulama konularına değiniyor.
Aşk nedir? Kimine göre soluğunun kesilmesi kimine göre ulaşılamayana ulaşmaktır. Kime sorarsanız sorun farklı bir yorum alabilirsiniz. Bazen olumlu bazen de olumsuz sözcüklerle tanımlanabilir. İnsanoğlu isteyen bir canlı ve en büyük özelliği de istedikleri gerçekleşince yeni şeyler istemeyi bilmesidir. Ele geçen istek cazibesini tamamen yitirdiğine göre, aynı istekler insanlar ve aşklar için de geçerli mi? Bir kadın ele geçtiğinde cazibesi sıfırlanır mı? Roman karakteri Marc Maronnier tüm duygularını, yaşadığı ve gözlemlediği olayları hayatı ile ilgili olasılıklarla birlikte gözden geçiriyor. Cevaplarını bulamadığında etrafında ki arkadaşlara danışıyor ve çoğu kez aldığı yanıtları duymayı beklemediğinden şaşırıyor. İlk evliliğinde hem kendisi hem de karısı evlilik yeminlerine sadık kalmayınca anne ve babalarının evliliklerini, hak ve hürriyetlerini sorguluyor. Bizden önceki nesillerin aşk, seks ve bu konular hakkında konuşmak ya da tartışmak lüksleri var mıydı? “Peri masalları sadece peri masallarında vardır” diyor yazar ve basit bir şekilde evliliğin ilk üç senesini şöyle özetliyor. “İlk yıl eşyalar satın alınır. İkinci yıl eşyaların yerleri değiştirilir. Üçüncü yıl eşyalar paylaşılır.” Bu konu da hemfikirseniz kitabı hemen alın. Şayet değilseniz alıp okuyun ve düşünün. Kendi hayatınıza baktığınızda anlatılanların kaçı sizin için geçerlidir? Hayat dediğin her gün mutlu olmak mı? Yoksa sevdiğin veya beraber olduğun kişiyle iyi ve kötü günde beraber olup, birbirini tanımaya çalışıp birlikte bir ömür paylaşmak mı? Adı evlilik olunca aşkın süresi hakikatten sadece üç yıl mı? Sizin için kaç yıldır? Kendi evliliğini cinayet olarak tanımlıyor çünkü evliliğin gizemi öldürdüğüne inanıyor. Bu yüzden de karısını aldatmakta bir sakınca görmüyor. Ancak karısı da aynısını yapıp onu terk edince nerede ne yanlış yaptığını sorgulamaya başlıyor. “Mutlu aşk yoktur” diye defalarca sıralıyor hem de büyük harflerle… Paris’te hızlı bir gece hayatına dalıp, içki, sigara, kokain ve âlemler yaparak aradığını bulmaya çalışan bu karakter sonunda “aşkı eleştirenler, buna en çok ihtiyacı olanlardır; bütün pis zamparaların içinde, tek istediği mandolini kılıfından çıkarmak olan iflah olmaz bir romantik yatar” diyor. Üstüne de “sıradan olmak evrensel olmak” diye ekliyor. Yedikleri, içtikleri, yaptıkları yetmeyince boşanmış olduğu karısına geri dönmeye çalışıyor fakat umduğunu bulamıyor. Bu kez şansını evli bir kadınla deniyor. Âşık mı oluyor âşık olduğunu mu sanıyor? Yeni aşkın ömrü yine üç yıl mı cevabını okuyunca bulacaksınız. Her evlilik veya aşkın tılsımı farklıdır. Bunu genellemeye hele evrenselleştirmeye imkân var mı emin olamıyorum. Ne mutlu aşkı yaşayanlara deyip konuyu kapatmayı yeğliyorum. Romanın sonlarına doğru yazar “Marc Maronnier öldü. Onu ben öldürdüm. Benim adım Frédéric Beigbeder” diyor. Anlayacağınız yazar kendi hayatını mı anlatıyor yoksa hayatından esinlenip kurguluyor mu tam olarak kesinleşmiyor. Aslında fark da etmiyor. Eninde sonunda bazılarımız âşık oldu, bazılarımız ileride olacak, kalanlarsa ya hiç olmadı ya da olduğunu anlamadılar. Aşkı tatmayanlara ne yazık! Aşk adına hakikatten büyük bir kayıp… |
Eddi Anter 19.05.2008 |