Anlatmasam Olmazdı

Türk Musevi Cemaati Onursal Başkanı Sayın Bensiyon Pinto’nun anılarından oluşan “Anlatmasam Olmazdı” adlı Doğan Kitaptan çıkan kitabını Akmerkez’de En Çok Satanlar rafından alıp bir solukta okudum. Tülay Gürler tarafından derlenen kitapta alınacak pek çok ders var. Oldum olası takdir ettiğim kişilerin biyografilerini okuduğumda içinde çıkarılacak hayat derslerinin olup olmadığını merak ederim. Bu kitapta epeyce var. Anılarını anlatırken, Pinto, yer yer sitem ediyor, şikâyetlerini dile getiriyor, şükranlarını sunuyor fakat en önemlisi kendi günahıyla sevabıyla yaşadıklarını bizlerle dürüstçe paylaşıyor. Cemaat başkanı olmanın bu kadar çok sorumluluk taşıdığını ve günün hatta gecenin büyük bir bölümünün bu işe ayrılması gerektiğini öğrenirken, çocuklarını ihmal ettiğini ve bu konuda büyük destek gördüğü eşine övgülerini yollayarak telafi etmeye uğraşıyor. Torunları olduğunda kendi çocuklarıyla geçiremediği vakti onlarla geçirmeye gayret gösteriyor. Dedelik tadını çıkarmak varken babalık heyecanını yaşıyor. Oluyor mu? Okuyunca göreceksiniz… 

Geniş toplumda dini azınlık olmak nasıl bir histir? Kitabı bitirirken dahi bu sorunun cevabını sadece azınlık guruplarına mensup olanlar bilir, hisseder dedim içimden. Pinto söze 1930ların sonlarına doğru doğduğu büyüdüğü Kuledibi’nden başlıyor. Dönemin Yahudilerinin birlikte oturup ileride anı olacağından habersiz yaşadıklarını samimiyetle anlatırken benim de hiç bilmediğim bir döneme ışık tutuyor.  Mahalle şekercisi Moiz Bey’i ve yaptığı loğusa şekeri ve pandispanyaları tarif ederken, tadına ve geleneklerine olan düşkünlünden dolayı Pinto, torun sahibi olduğunda bu şekerleri onların sünnetlerinde ikram ediyor.  Geleneklerimizdir bizleri var eden, ayakta tutan…

Sokaklarında bulunan Neve Şalom Sinagog’u tüm hayatı boyunca Pinto’nun karşısına gerek tatlı gerekse acı olaylarla tekrar tekrar çıkıyor. Sünnet, düğün ve yabancı devlet büyüklerini ağırlamanın keyfi yanında terör saldırısı sonucunda arda kalan yıkık dökük bir harabeyi, üzerinde kana bulanmış bir gömlekle izleyip ağlamak da düşüyor Sayın Pinto’ya. Saldırı sırasında Şişli Sinagogunda ibadet etmekte olan Pinto yaşadıklarını dile getirirken pek çoğumuz gibi bu saldırıları kınıyor ve hayatta olmasını sadece Allahın takdirini olarak değerlendiriyor.

Yahudi kimliğiyle Türk olmak sorusu çoğu zaman karşı karşıya gelmektedir aynı Pinto’ya yıllardır olduğu gibi. “Sen Türk müsün Yahudi misin?” sorusuna pek çok azınlık üyesi nasıl cevap vereceğini bilememiştir. Hem Türk hem de Yahudi olmak diye bir kavram ülkemizde yüzyıllardır olmasına rağmen göz ardı edilmiştir. “Bizler” ve “onlar” gibi ayrılıkçı kavramlar yabancı ülkelerde olduğu gibi maalesef bizde de var diye ekliyor. “Yaptığım her şeyi Türkiye için, Türkiye’nin ilerlemesine katkıda bulunmak için yaptım” diyor. Ve halen yapacak çok şey var diyerek yapmaya devam ediyor.

Eşinden ve çocuklarından bahsederken hayatı boyunca vermek zorunda olduğu kararlarını açıklıyor. Torun sahibi olmaya başladığında bile vaktinin çoğunu evinde geçirmek yerine dışarıda cemaat işlerinde harcamak zorunda oluşunu tüm aile anlayışla karşılıyor. İşlerini aksatması ve muhtelif sebeplerden dolayı kapatmak zorunda kalması sonucu ona destek olanlara tek tek teşekkür etmeyi ihmal etmiyor. Düşenin dostu olmaz dediği satırlarda ona sırtını çevirenlere de sitem etmeyi unutmuyor. İsim vermek yerine “onlar kendilerini bilir” demekle yetiniyor.

Türkiye’nin AB yolunda önemli adımları attığı son yıllarda Türk Yahudilerinin yaptığı çalışmaları, sesimizi dünyaya duyurmak için Pinto’nun ekibiyle yaptığı desteği detaylarıyla açıklıyor.

Hayat hem uzun hem de kısa gelir insana, neresinde olduğunla alakalı olduğundadır. Pinto baş koyduğu bir yolda pes etmenin ne demek olduğunu bilmeden hareket ediyor. Yapmış oldukları, yapmakta olduğu ve ileride yapmaya devam edeceklerini hepimiz hatırlayacağız. “Her şey vatanım Türkiye için” sloganıyla yolunda ilerlerken Yahudi nüfusunun da süratle azalmakta olduğuna da dikkat çekiyor. Israrla, “bir cemaatin cemaat olabilmesi için her zaman birlik ve beraberlik içinde olması gerekir” diye de yazıyor. Bu topraklarda 500 yılı aşkın bir süredir yaşayan Yahudilerin başına gelen Trakya olayları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül’e de değindikten sonra gidecek başka yerimiz olmadığını vurguluyor.  Yahudi nüfusu şu veya bu sebeplerden 200 binlerden bugün ki 20 binler seviyesine düştükten sonra dahi Pinto’ya yurt dışında “neden bu ülkeyi çok seviyorsunuz?” diye sorduklarında “burası benim memleketimde ondan!” demeye devam ediyor ve edecek…

Devlet büyükleriyle yapılan sohbetler, ülkeyi ilgilendiren soru ve sorunlarla baş etmek konusunda yapılan çabaları okurken yüzüme gülümseme geldi. İnsan hangi pozisyonda olursa olsun eninde sonunda insandır diyebildim. Hiçbir şey emek sarf etmeden olmuyor, ortaya çıkmıyor. Çıktıktan sonraysa ona bakmak ve onu muhafaza etmek gençlerin görevidir diye tavsiye de bulunuyor.

Kimse nereden geldiğini, Türk, Fransız veya Amerikalı olduğunu söylemek zorunda olmasaydı, Ermeni, Rum, Yahudi veya Müslüman özelimizde kalsaydı, bizler de daha çok insan olsaydık ne kadar da farklı bir dünya olurdu değil mi? Sadece bunu sorun kendinize… Cevabını nasılsa biliyorsunuz…

Kitabın yakın bir zamanda yabancı dillere tercüme edilip AB ve ABD de satışa girmesini temenni ediyorum. Bu sayede asırlardır Yahudilere kucak açmış Türkiye’nin kıymeti şayet şimdiye kadar anlaşılmadıysa o zaman daha iyi anlaşılacaktır kanısındayım.

Eddi Anter
16.09.2008
2017-09-21T23:08:42+00:00 Yazar: |